24 Mayıs 2010 Pazartesi

Divan Edebiyatı ve Tasavvuf: Çiçek ve Su..

Divan Edebiyatı ve Tasavvuf: Çiçek ve Su..

Çiçek ve Su..


Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar. İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için. Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlar ki, su'ya aşık olmuştur. İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar, "Sırf senin hatırın için ey su" diye... Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı birşeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki, çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur. Günler ve aylar birbirini kovalalar ve çiçek acaba "Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar. Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek, alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz. Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der. Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler... Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der. Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." der ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek artık. Rengi solmuş, çehresisararmıştır çiçeğin. Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine... Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben, gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır nedir sorun diye...Doktor gelir ve muayene eder çiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumu ümitsiz artık elimizden birşey gelmez." Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum... Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der.


Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece "Seni seviyorum" demek yetmemektedir...

21 Mayıs 2010 Cuma

Hangi Yûnus..

Tapduk bir türlü arzuladığı gibi Yunus'u ele almıyor, erenlerin gönül deryasından bir katre sunmuyordu. Yunus bu konuda bir dilekte bulunsa "Sen hâlâ dünya kokuyorsun" deyip savuşturuyordu. Yunus:

-Herhalde benim nasibim burada değil, bir başka şeyhin kapısında" diyerek Tapduk'a dahi haber vermeden dergahı terk etti. Ama dergahtan uzaklaştıkça içini bir hüzün kapladı. Tapduk Emre'nin kapısında en basit işleri yaparken bile gönlünde bir aydınlık, bir ferahlık, bir yumuşaklık vardı. Dergahtan ayrılalı gönlü kararmış, katılaşmıştı, uzaklaştıkça içini Tapduk'a ve dergaha karşı bir hasret kaplıyordu.

Bu yolculuk sürerken bir akşam vakti yedi kişilik bir başka yolcu grubuna rastladı. İçini kaplayan hüzün ve hasrette belki bir hafifleme olur diye kendi de onlara katıldı. Yol arkadaşları ermiş kılıklı, yaşlıca insanlardı. Güven veren halleri vardı. Birlikte sürdürülen bu yolculuk sırasında bir an geldi ki hiçbirinin çıkınında (azık çantası) bir şey kalmadı. Bir yerde mola verdiler, açlık canlarına tak etmişti. Bu yedi arkadaştan biri ellerini kaldırıp Yaradan'a niyazda bulundu. Bu dua ve yakarmanın akabinde önlerinde türlü yiyeceklerle donanmış bir sofra peyda oldu. Yediler içtiler Rablerine şükrettiler. Bundan sonra bu yedi yolcudan her biri yolda acıktıkça dua etti ve yemekleri ilahi bir lütuf olarak ikram edildi. Sonunda dua sırası Yunus'a gelmişti.

Yunus soğuk terler döküyordu. İşin içinde mahcup olmak vardı. Yol arkadaşlarının her biri Allah katında makbul kişilerdi ki duaları kabul görüyordu. Kendinin böyle bir imtiyazı yoktu. Ama duayı yapacaktı, çaresi yoktu. Bütün varlığı ve içtenliğiyle Allah'a yalvardı:

- Ya Rabbi, şu yol arkadaşlarım sana kimin yüzü suyu hürmetine yalvarıyorlarsa ben de onun yüzü suyu hürmetine yalvarıyorum, beni mahcup etme...

Bu duanın arkasından öncekilerin iki katı yiyecek içecek lütfedildi. Şaşkınlık sırası yedi yolcudaydı. Sordular:

- Ey arkadaş, sen kimin hürmetine dua ettin?. Yunus ;

- Önce siz söyleyin" dedi. Açıkladılar:

- Biz Tapduk Emre'nin dergahında Yunus adında çok makbul ve muteber bir derviş varmış onun hürmetine Allah'a yakarmıştık."

Yunus esas şimdi mahcup olmuştu. Yunus'un kendisi olduğunu açıklamaya utandı. Tapduk Emre'ye karşı da kalbini bozmuştu. Halbuki Tapduk ona Allah yolunda epeyi dereceler kazandırmıştı. Büyük bir pişmanlık içinde, bedeninden sıyrılmış bir ruh gibi akarak Tapduk dergahına döndü ve şeyhine bu defa kendini kayıtsız şartsız teslim etti.
Benzeri hikayelere buradan ulaşabilirsiniz :
Sadabat

Divan Edebiyatı'nda Söz Sanatları

  • Teşbih


Sözü daha etkili kılmak amacıyla ortak nitelikleri bulunan nesne ya da kavramlar arasında benzerlik kurma sanatıdır. Örneğin, "Tilki gibi kurnaz adam" bir teşpihtir. İnsan kurnazlığıyla bilinen tilkiye benzetilmektedir. Bir teşbih'te dört öğe bulunur:


  • Müşebbehün-bin (benzetilen): Kendisine benzetilen, birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçlü, daha üstün olan. Örneğimizde "tilki".



  • Müşebbeh (benzeyen): Birbirine benzetilen nesne ya da kavramlardan nitelikçe daha güçsüz, zayıf olan. Örneğimizde "adam".

  • Vech-i şebeh (benzetme yönü): Birbirlerine benzetilen nesne ve kavramlar arasındaki ortak nitelik. Örneğimizde "kurnazlık".



  • Edat-ı teşbih (benzetme ilgeci): Nesne ve kavramlar arasında benzetme ilgisi kuran ilgeç ya da ilgeç işlevi gören sözcük. Örneğimizde "gibi".

Örneğin "Yol yılan gibi kıvrılıyor" dendiğinde, "yol" benzeyen, "yılan" kendisine benzetilen, "kıvrılıyor" benzetme yönü, "gibi" ise benzetme edatıdır.

Teşbih, bu öğelerden bir ya da bir kaçının kullanılıp kullanılmamasına göre dörde ayrılır:

Dört öğenin de bulunduğu teşbih teşbih-i mufassaldır (ayrıntılı benzetme). Örneğin, "Ahmet aslan gibi güçlüdür".

Benzetme yönü bulunmayan teşbih teşbih-i mücmeldir (kısaltılmış benzetme). Örneğin, "Ahmet aslan gibidir". Burada "güçlülük" vurgulanmamıştır.

Benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i müekkeddir. (pekiştirilmiş benzetme). Örneğin, "Ahmet kuvvetle aslandır". Bu teşbihde "gibi" ilgeci kullanılmamış.

Benzetme yönü ve benzetme ilgeci bulunmayan teşbih teşbih-i beliğdir (yalın benzetme). Örneğin, "Aslan Ahmet."


  • Mecaz

Sözcükleri gerçek anlamları dışında kullanma sanatıdır. Anlatımı daha etkili kılmak ve söze canlılık kazandırmak amacıyla yapılır. Mecaz, söze güzellik, güçlülük, canlılık, zerafet, derinlik ve genişlik vermek için kullanılır. Örneğin:

Kandilli yüzerken uykularda
Mehtabı sürükledik sularda

Yahya Kemal Beyatlı


Bu dizelerde Kandilli'nin sularda yüzmesi, mehtabın sularda sürüklenilmesi, söz ve sözcüklerin asıl anlamının dışında, güçledirme, güzelleştirme, anlanlamdırma, zarifleştirme ve güçlendirme amacıyla kullanılmasına örnektir.

Mecaz, Sözcük ve fikir mecazları olmak üzere ikiye ayrılır. Sözcük mecazında bir sözcük gerçek anlamı dışında, fikir mecazında ise herhangi bir fikir kendi anlamının dışında bir amaçla kullanılır.


  • Mecazı mürsel

Bir sözcüğü benzetme amacı gütmeden başka bir sözcük yerine kullanma sanatıdır. Düz değişmece ya da metonomi diye de adlandırılır. Günlük yaşamda da yaygınlıkla kullanılan mecaz-ı mürsel, iki nesne ve kavram arasında çok çeşitli ilgiler kurulmasıyla gerçekleşir. Neden yerine sonucun (bereket yağdı gibi), içindeki yerine kabın (sobayı yaktık gibi), özel yerine genelin (at yerine hayvan gibi), soyut kavram yerine somut adın (gözüme girdi gibi), yapıt yerine yazar adının (Siham-ı Kaza okuyorum demek yerine Nef’i okuyorum demek gibi) kullanıldığı çeşitli türleri vardır.


  • Telmih


Bilinen bir olay, kişi, nükte, fıkra, atasözünü dolaylı biçimde anlatma sanatıdır. Telmihin başarılı olması için okuyucunun dolaylı anlatıma konu olan düşünceyi kolayca anlayabilmesi gerekir. Divan edebiyatında özellikle dinsel öyküler, din büyükleri ile kahramanları, Kur’an ayetleri ve mesnevi kahramanları telmih konusu olmuştur. Örneğin:


Ey nâme sen ol mâh-likâdan mı gelirsin
Ey Hudhad-i ümmid Saba'dan mı gelirsin

Nîbî


Şair, ikinci dizedeki "Saba" ile Süleyman-Belkıs" kıssasını anımsatıyor.

  • Tecahül-i arif

Bir anlam inceliği yaratmak ya da bir nükte yapmak amacıyla bilinen bir şeyi bilmezlikten gelme sanatıdır. Tecahül-i arifin özünü oluşturan bu nükte, dört amaç için yapılmış olabilir. Neşelendirme (tenşid), uyarıda bulunma (tevbih), hayret ve şaşkınlık bildirmek (tehayyür), kendinden geçişi belirtmek (tedellüh).


Bilinen şey bilinmiyormuş gibi anlatılırken genellikle bir inceliğe dayandırılır. bu yapılırken mübalağa ve istifham sanatlarından da yararlanılır. Örneğin:


Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su

Fuzûlî



"Bilmiyorum dönen kubbe mi su rengindedir
Yoksa gözyaşlarım mı gökyüzünü kaplamıştır"


Fuzûlî, kubbenin, yani gökyüzünün mavi renkte olduğunu bilmiyormuş gibi davranıyor. Gözyaşlarının gökyüzünü kaplayacak kadar çok olduğunu (mübalağa) belirtebilmek için tecahül-i arif sanatına başvuruyor.


  • İstiare


Bir sözcüğü kendi anlamı dışında kullanarak, bir şeyi benzediği başka şeylerin adıyla anma sanatı. Benzetmenin iki temel öğesi vardır, benzeyen ve benzetilen. İstiare bunlardan birinin söylenmemesiyle yapılır.


İstiare üç yönden ele alınır: 1. Benzetme amacı bulunur, 2. Sözcük gerçek anlamı dışındaki mecaz anlamındadır, 3. Sözcüğün asıl anlamında kullanılmamasını gerektiren bir durum (karine-i mania) vardır. Örnek:
"Soğuk ay öptü beyaz enseni"

Yahya Kemal Beyatlı


"Ay öpmek" deyişiyle ay canlı bir varlığa benzetilmiştir. "Öpmek" sözcüğü asıl anlamının dışında mecaz anlamıyla kullanılmıştır. Öpmek sözcüğünün asıl anlamının kullanılmasına olanak yoktur çünkü ayın dudağı olmaz. Şair burada, istiare sanatıyla anlatımı daha etkili, daha estetik ve heyecanlı hale getiriyor.

İstiare genel olarak üç çeşide ayrılır. Yalnızca benzeyenin söylendiği istiareye "açık istiare" (istiare-i musarraha) denir. Örnek:


"Bir hilâl uğruna yarâb ne güneşler batıyor"
Mehmet Akif Ersoy



Ersoy, benzetilen güneşi söylerken, benzeyen askerden sözetmiyor.

Yalnızca benzetilenin söylendiği istiareye de "kapalı istiare" (istiare-i mekniye) denir. Örnek:



Her taraf kırık dökük
Dalların boynu bükük
"Kederliyiz" der gibi

Orhan Seyfi Orhon


Dallar boynu bükük insana benzetiliyor ama kendisine benzetilen insandan sözedilmiyor. Boynu bükük sözcüğü ile insanın bir özelliği vurgulanıyor.

Benzetmenin temel öğelerinden yalnızca birisiyle çok sayıda benzerliği sıralayarak yapılan istiareye ise "yaygın istiare" (istiare-i temsiliye) adı verilir. Örnek:
Bin gemle bağlanan at şaha kalkıyor
Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor
Son macerayı dinlememiş varsa anlatın
Râm etmek isteyenler o marûr, âsil atın
Beyhudedir her uzvuna bir halka bulsa da
Boştur köpüklü ağzına gemler vurulsa da...
Coştukça böyle sel gibi bağrındaki hisleri
Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri!

Faruk Nafiz Çamlıbel

Çamlıbel, milleti mağrur bir ata benzeterek çok sayıda benzerliği sıralıyor.

  • Hüsn-i talil

Nedeni bilinen bir olayı, düşsel ya da gerçekdışı bir olaya bağlama yoluyla yapılan edebi sanattır. Hüsn-i tevcih olarak da bilinir. Şiirin iki dizesi arasında bağlantı kurarak anlam ve anlatıma incelik vermek amacını taşır. Bu sanatta öne sürülen neden ile gerçek neden arasında mutlaka anolojik bir bağ bulunur. Nedeni bilinen olay güya, sanki, acep, acaba, meğer gibi sözcüklerle bir ihtimale dayandırılırsa bu tür hüsn-i talil'e şibh-i hüsn-i talil adı verilir. Örnek:


Müzeyyen oldı bezendi bağ-ı çemen
Meğer ki bağa haber geldi yârdan bu gece

Ahmedî

"Bahçe, süslenmiş fesleğenlerle bezendi
Meğer sevgili bu gece geleceğini bildirmiş."
Bahçenin bezenmesi, süslenmesi gerçeği sevgilinin gelebilme ihtimali gibi güzel bir düşe bağlanıyor.
  • Leff ü neşr

Bir beyitte birbirleriyle ilgili sözcüklerin sıralanmasıyla yapılan ve divan şiirinde çok sık kullanılan edebi sanattır. Şiirin ikinci dizesinde birinci dizede söylenmiş en az iki şeyle ilgili benzerlik ve karşılıklar verilerek uygulanır.
Sözcüklerin birinci ve ikinci dizede belli bir sıra gözetilerek söylenmesine leff ü neşr-i müretteb (düzenli leff ü neşr) denir. Örnek:

Gonce kılmaz şâd gül açmaz tutulmuş gönlümü
Ârzûmend ruh-i leb-i handânınem

Fuzûlî

"Kederli gönlümü gonca memnun etmez, gül sevindirmez
Çünkü ben ben bunları değil al yanağını ve gülen dudağını istiyorum"


Gonca, yanak karşılığı ruh ve gül dudak karşılığı leb sözcükleriyle ilgilidir. Fuzûlî, burada düzenli leff ü neşr yapıyor.

Birinci beytin ikinci dizesinde, birinci dizede söylenenlerle ilgili sözcüklerin ters bir sıra izlenmesiyle ya da karışık olarak bulunmasıyla yapılan leff ü neşr'e ise leff ü neşr-i gayr'i müretteb ya da leff ü neşr'i müşevveş (düzensiz leff ü neşr) denilir. Örnek:

Yürürem hâsret-i zülf ü meh-rûlar ile
Gündüzin gussalar ile gice kaygular ile

Meâlî

"Sevgilinin saçının ve ay yüzlü yanağının hasretiyle
Gündüz kederli gece kaygılı gezerim"

Saç anlamına gelen zülf geceyle, yanak anlamına gelen ruh gündüzle ilgilidir. Birinci ve ikinci sözcüğe karşılık ikinci ve birinci sözcükler sıralanarak düzensiz leff ü neşr yapılıyor.


  • Kinaye

Bir sözü aynı zamanda hem gerçek hem de mecazi anlamıyla kullanma sanatıdır. Sözün açık söylenmesinin hoş olmadığı durumlarda alay, şaka, sitem amacıyla kullanılır. Bu kullanışta sözün geçek anlamından bir sonuç çıksa da geçerli olan mecazi anlamıdır. Örneğin Şeyhülislam Yahyâ’nın, "Dilber gelince bezme yüzü güldü aşıkın" dizesinde bir kişinin gerçek yüzünün gülmesini anlamaya bir engel yok. Ama asıl anlatılmak istenen aşığın çok sevinmiş olmasıdır (mecazi anlam).


Türkçe deyimlerin çoğu mecazi anlamlarıyla kullanıldığı için kinayedir. Kinayede sözün başka bir anlama gelmesi olasılığı yoksa bu türe "kinaye-i karibe" (yakın kinaye) denir. Eğer sözün anlamı gizleniyorsa kinaye "kinaye-i baide" uzak kinaye) olarak adlandırılır. Nitelenen tek özelliği belirten kinayeye "kinaye-i müfrede" (tek kinaye), birkaç özelliği birden belirten kinayeye de "kinaye-i mürekkebe" (birleşik kinaye) adı verilir. Örnek:


Bulamadım dünyada gönüle mekan
Nerde bir gül bitse etrafı diken

Sümmanî


Gül ve diken hem gerçek hem mecazi anlamlarıyla kullanılıyor. Ancak asıl kastedilen mecazi anlamları. Şair hem birleşik kinaye hem uzak kinaye yapıyor.

  • Tariz

Birini küçük düşürmek ya da biriyle alay etmek amacıyla söylenecek sözü tam tersi bir sözle nükte yaparak anlatma sanatıdır. Tariz de gerçek ya da mecaz anlam yerine doğrudan zıt bir anlam kullanılması söz konusudur.

  • Teşhis-ü intak

Cansız varlıkları, ya da hayvanları kişiler gibi davrandırma, canlandırma, konuşturma, onlara duygu ve hareket gibi nitelikler kazandırma sanatıdır. İnsan dışındaki calı varlık ya da hayvanlara insan özelliği verilmesine teşhis, onların konuşturulmasına ise intak denir. Teşhis ve intak daha çok fabllara kullanılır. Teşhise örnek:

Mahmur uyanır gölgede binlerce ziyâlar
Çöller düşünür, gün düşünür, gölgeler ağlar

Emin Bülend Serdaroğlu


Şair, ışığı uyandırıyor, çöller ve günü düşündürüyor, gölgeleri ağlatıyor. Bunların hepsi insan özellikleri. Üst üste teşhis sanatı yapıyor.

Vefa..

Vefa her kimseden kim istedim ondan cefa gördüm
Kimi kim bîvefa dünyada gördüm bîvefa gördüm


(Her kimden vefa istediysem ondan cefa gördüm; kimi gördüysem vefasız dünyada, onun vefasızlığını da gördüm)


Kime kim derdimi izhar kıldım isteyip derman
Özümden bin beter derd ü belaya mübtela gördüm
(Kime derman için derdimi açtıysam, onu benden bin beter dertli gördüm.)


Mükedder hatırımdan kılmadı bir kimse gam def'in
Safadan dem uran hemdemleri ehl-i riya gördüm


(Kederli gönlümden kimse üzüntülerimi gidermedi. Esenlikten dem vurarak beni teselli edecek dostlarımı iki yüzlü gördüm)

Ayak bastım reh-i ümmide, sergerdanlık el verdi
Emel serriştesin tuttum elimde ejderha gördüm


(Ne zaman umut yoluna ayak bastım, başım dönüp durdu. Emel ipinin ucuna yapıştım elimde ejderha gördüm)


Fuzuli ayb kılma yüz çevirsem ehl-i âlemden
Neden kim her kime yüz tuttum andan yüz bela gördüm


(Ey Fuzuli, artık insanlardan yüz çevirirsem beni ayıplama. Çünkü kime yaklaştıysam ondan belanın yüz türlüsünü gördüm)

Dost bî-pervâ ...

Dost bî-pervâ felek bî-rahm ü devran bî-sükûn

Derd çoh hem-derd yoh düşmen kavî tâli' zebûn


Sâye-i ümmîd zâ'il âfitâb-ı şevk germ

Rütbe-i idbâr âlî pâye-i tedbîr dûn


Akl dun-himmet sadâ-yı tâ'ne yer yerden bülend

Baht kem-şefkat belâ-yı ışk gün günden füzûn


Men garîb ü râh-ı mülk-i vasl pür-teşvîş ü mekr

Men harîf-i sâde-levh ü dehr pür-nakş-ı füsûn


Her sehî-kad cilvesi bir seyl-i tûfân-ı belâ

Her hilâl-ebrû kaşı bir ser-hat-ı meşk-i cünûn


Yelde berg-i lâle tek temkîn-i dâniş bî-sebât

Suda aks-i serv tek te'sir-i devlet vâj-gûn


Ser-had-i matlûba pür-mihnet tarîk-i imtihân

Menzil-i maksûda pür-âsîb râh-ı âzmûn


Şâhid-i maksad nevâ-yı çeng tek perde-nişîn

Sâğar-ı işret habâb-ı sâf-ı sahbâ tek nigûn


Tefrika hâsıl tarîk-i mülk-i cem'iyyet mahûf

Ah bilmen neyleyem yoh bir muvâfık reh-nümûn


Çihre-i zerdin Fuzûlî'nün dutupdur eşk-i âl

Gör ana ne rengler geçmiş sipihr-i nîl-gûn


Fuzuli

Üç Öğüt..

Ey ulu hoca!… Sen şimdiye kadar bir çok deve kurban ettin, bir çok

öküz, koyun yedin!… Dünyada onlarla doymadın da, benimle mi

doyacaksın? Eğer bırakırsan beni, sana öyle üç öğüt veririm ki, aklın

şaşar!… Birincisini elinde iken, ikincisini samanla karışık balçıktan

yapılma şu damın üzerinde, üçüncüsünü de ağacın dalına konduğumda

veririm. Bu üç öğütle bahtın iyileşir, rahat edersin. Ne dersin ha?..

Bak ilkini söylüyorum: " Olmayacak söze; kim söylerse söylesin,

inanma!…" Tamam mı?..
Adamın aklı yattı kuşun bilgeliğine, gevşetiverdi parmaklarını, pırrr

diye uçtu, azat oldu, duvarın üzerine konup dedi ki:
- Geçmiş, gitmiş şeye gam yeme… fırsatı kaçırdın diye dövünme!… Bak

beni bıraktın ama, şu küçücük bedenimde on dirhem ağırlığında,

değerine paha biçilemeyecek bir inci var idi. Sana da, oğullarına da

yeterdi de artardı bile!… O inci senin hakkındı!… Fakat kısmetin

değilmiş kaçırdın… dünyada bir eşi bulunmayacak kadar kıymetli ve

emsalsiz idi…
Adam, gebe kadın doğururken nasıl feryat eder, bağırırsa öyle

bağırmaya, dövünmeye başladı.
Kuş dedi ki:
- Sana geçmiş, gitmiş şeye üzülme, gam yeme diye nasihat etmedim mi?..

Madem ki, geçip gitti… neden üzülürsün? Sen ; ya benim öğüdümü

anlamadın, yahut da sağırsın!.. Aslanım, ben kendim üç dirhem gelmem

zaten, içimde on dirhemlik inci nasıl bulunabilir?..
Adam bu söz üzerine kendine geldi;
- Haydi, dedi… o üçüncü güzel öğüdü de ver bakalım!..
Kuş dedi ki:
- Allah için, o ikisini iyi tuttun da üçüncüsünü sana bedava söyleyeceğim ha!..
Uykuya dalmış, bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır.
Aptallık ve bilgisizlik yırtığı yama kabul etmez!..
Ey öğütçü ; ona hikmet tohumunu pek saçma!…

Mesnevi:4.Cilt - Sayfa:181-…-183

19 Mayıs 2010 Çarşamba

Ben yürürüm yane yane
Aşk boyadı beni kane
Ne akilem ne divane
Gel gör beni aşk neyledi

Gel gör beni beni aşk neyledi
Derde giriftar eyledi
Gel gör beni beni aşk neyledi
Gel gör beni aşk neyledi

Gâh eserim yeller gibi
Gâh tozarım yollar gibi
Gâh coşarım seller gibi
Gel gör beni aşk neyledi

Gel gör beni beni aşk neyledi
Derde giriftar eyledi
Gel gör beni beni aşk neyledi
Gel gör beni aşk neyledi

Ben yunusu bi'çareyim
Dost elinden avareyim
Baştan ayağa yareyim
Gel gör beni aşk neyledi

Gel gör beni beni aşk neyledi
Derde giriftar eyledi
Gel gör beni beni aşk neyledi
Gel gör beni aşk neyledi

DER NA’T-I NEBİ ALEYHİSSELAM



SU KASİDESİ

Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlare su
Kim bu denlû dutuşan odlare kılmaz çâre su

Ey gözlerim! Gözyaşlarından oluşan suyu gönlümdeki ateşlere serpme! Zira bu kadar fazla tutuşmuş ateşin (aşk ateşinin) söndürülmesi için su çare değildir.

Ab-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Yâ muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su

Şu dönüp duran gök kubbe, su renginde midir, yoksa gözümden akan yaşlar dönen gök kubbeyi mi çepeçevre kuşatmıştır, karar veremiyorum, bu oyunu, bu hileyi bir türlü anlayamadım.

Zevk-i tîğınden aceb yoh olsa gönlüm çak çak
Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâre su

Kılıcının zevkiyle gönlümde yarıklar oluşsa bile bunda şaşılacak bir şey yoktur. Çünkü su, suyun geçip gittiği duvarda (yerde) yarıklar bırakır.

Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözün
İhtiyât ilen içer her kimde olsa yâre su
Nasıl ki yaralı bir gönül, okun (mızrağın) ucundaki sivri demirden (temrenden) sebebini bilmediği bir korku ile söz ederse, kendisinde sevgilisine vermek için su bulunan kimse de bu sudan yedekte bir miktar bırakarak içer. (veya bedeninde yara bulunan kimse de suyu, azar azar, tedbirli bir şekilde içer.)

Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gülzâre su

Bahçıvan, gül bahçesini suya versin (elinden çıkarsın, ortadan kaldırsın) , güzel güller yetiştireceğim diye boşuna yorulmasın. Zira binlerce gül bahçesini sulasa, yine de sevgilinin yüzü kadar güzel bir gül açılması mümkün değildir.

Ohşadabilmez gubârını muharrir hattına
Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kare su
Hiç bir yazar, hiç bir katip, yazısını ne kadar inceltmeye (toz gibi incelterek güzelleştirmeye) çalışırsa çalışsın, ucu sivriltilmiş kalem gibi aşağıya bakmaktan gözlerine kara su inip gözleri kör olsa bile, yine de yazısını sevgilinin sanatkarane işlenmiş yüz hatlarına benzetemez.

Ârızın yâdıyla nem-nâk olsa müjgânım n'ola
Zâyi’ olmaz gül temennâsıyla vermek hâre su

Sevgilinin yanağını anmakla (hatırlamakla) kirpiklerim ıslanırsa ıslansın. Çünkü gül açılmasını sağlamak, güle kavuşmak arzusuyla dikene su vermek, gül fidanını sulamak boşuna harcanmış bir emek değildir.

Gam günü itme dil-i bîmârdan tîğın dirîğ
Hayrdır virmek karanû gicede bîmâre su
Elemlerimin çoğaldığı günlerde (veya ölümün yaklaştığı gün) , kılıca benzeyen bakışlarını hasta gönlümden esirgeme (uzak tutma) ki karanlık gecelerde ziyaret ederek hastaya su vermek hayırlı bir davranıştır.

İste peykânın gönül hicrinde şevkum sâkin it
Susuzem bir kez bu sahrâda menüm-çün are su
Ey gönlüm, ayrılık acısıyla yandığın zamanlarda, sevgilinin ok (mızrak) ucundaki sivri demire (temrene) benzeyen kirpiklerini iste de şiddetli arzularla sarsılan kalbimi sakinleştir.

Men lebün müştâkıyem zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelür hûş-yâre su


Ben sevgilinin dudağına duyduğum arzuyla yanıyorum. Oysa dünyadan kopup kendisini ibadete vermiş olan zahitler kevseri (cenneti, cennetteki ırmakları ve cennet nimetlerini) istiyorlar. Bunu doğal karşılamak gerekir, çünkü sarhoş içki içmekten hoşlanır, ayık kimse de su içmekten.

Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr
Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâre su

Su, hiç durmadan dinlenmeden sevgilinin yaşadığı semt bahçelerinden geçmek için uğraşıp duruyor. Galiba benim gibi o da hoş salınışlı selviye aşık oldu.

Su yolun ol kûydan toprağ olup dutsam gerek
Çün rakîbümdür dahî ol kûya koyman vare su


Öyleyse suyun sevgilinin yaşadığı semte ulaşmasını engellemek için topraktan bir bent olup onun yolunu kesmem gerekiyor. Ey dostlarım, ey insanlar, su benim rakibimdir, hasmımdır, ben (öldükten sonra) toprak olup bent haline gelinceye kadar suyun sevgilinin semtine ulaşmasını engelleyin.

Dest-bûsû ârzûsuyla ger ölsem dûstlar
Kûze eylen toprağım sunun anunla yâre su

Ey dostlarım! En büyük tutkum sevgilinin elini eteğini öpmek, onun yüce makamına erişebilmektir. Eğer bu arzuma ulaşamadan ölürsem, toprak olacak bedenimden bir kase, bir tesdi yapıp bu kase ile ona su sunun da hiç olmazsa öldükten sonra bu arzuma kavuşayım.

Serv ser-keşlik kılar kumru niyâzından meger
Dâmenin duta ayağına düşe yalvare su

Selvi, kumrunun bütün yalvarıp yakarmalarına karşın, konması için dallarını eğmez, dikbaşlılık yapar. Öyleyse suya söyleyelim de servinin eteklerinden tutsun, ayaklarına kapansın, kumru adına ona yalvarıp gönlünü etsin.

İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile
Gül budağunun mizâcına gire kurtare su


Gül ağacı, bir hile ile bülbülün kanını içmek ister. Öyleyse su, gül budağının, gül ağacınındaki dikenin içine girsin, onun yaratılışına uygun hale gelsin de bülbülü kurtarsın.

Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme
İktidâ kılmış tarîk-i ahmed-i muhtâr'e su


Herşeyi sudan yaratan yüce yaratıcı, Peygamber Efendimizin tertemiz yaratılışı, temiz ahlakıyla bu alemde yaşayanları aydınlatınca; Ahmed-i Muhtar’ın yoluna (seçkin ve övülmüş peygamberimize) öncelikle su tabi olmuş, O’nun huy ve hareketlerini örnek alarak O’na benzemeye çalışmıştır.

Seyyid-i nev-i beşer deryâ-yı dürr-i ıstıfâ
Kim sepüpdür mu'cizâtı âteş-i eşrâre su

O (Peygamber Efendimiz) , insanlığın efendisi, bünyesinde seçilmiş saf inciler bulunan uçsuz bucaksız bir denizdir ki daha doğarken gösterdiği mucizelerle kötülük sembolü haline gelmiş ulusların yaktığı ateşe su serpmiş ve (mecusilerin) yüzyıllardır yanan şer ateşini söndürmüştür.

Kılmağ içün tâze gül-zâr-ı nübüvvet revnakın
Mu'cizinden eylemiş izhâr seng-i hâre su


Peygamberliğe ilişkin gül bahçesinin aydınlığını, parlaklığını, saflığını yenilemek için, dikenlerle ve taşlarla doldurulmuş, viraneye dönmüş bahçede mucizevi bir biçimde su ortaya çıkardı (bu bahçeyi yeniden güllerle donattı) .

Mu'cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim
Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffâre su
Yaşadığımız bu alemde O’nun mucizeleri sonsuz bir denizdir ki bu mucize denizinden ateşe tapan inkarcılara ait binlerce ateş evine su ulaştı ve küfür ateşini söndürdü.

Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ
Barmağından virdügin şiddet güni ensâr'e su

O şiddetli sıcağın yaktığı, insanların susuz kaldığı günde, yardımcıları olan arkadaşlarına parmaklarından su akıtarak susuzluklarını giderdiği olayı (Tebük Savaşındaki olayı) kim dinlese hayret ve şaşkınlıktan parmağını dişler.

Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât
Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâre su

Peygamber Efendimizin dostu yılan zehri içse ölümsüzlük suyu haline gelir. Onun düşmanları su bile içse bu su yılan zehrine dönüşür.

Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz
El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâre su


Abdest almak için gül yanağına eliyle su vurduğunda, bu suyun her damlasından dalga dalga kabaran binlerce rahmet denizi meydana gelmiştir.

Hâk-i pâyine yetem der ömrlerdir muttasıl
Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su


Su, O sevgilinin ayağını bastığı toprağa, ayağının tozuna ulaşmak için hiç durmaksızın ve ara vermeksizin nice ömürler boyunca başını taştan taşa vurarak başıboş bir şekilde gezip durur.

Zerre zerre hâk-i der-gâhına ister sala nûr
Dönmez ol der-gâhdan ger olsa pâre pâre su


Su, O sevgilinin, O peygamberin yüce makamının kapısının toprağına zerre zerre aydınlık salmak ister. Ve o, parça parça olsa da bu mübarek makamın kapısından ayrılmaz.

Zikr-i na'tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ
Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâre su

İçki içip sarhoş olanların sarhoşluktan kurtulmak için su içmesi gibi, günahkarlar grubu da, yanılarak çokça hata işleyen insanlar da, Peygamber Efendimiz için yazılmış övgü şiirlerini zikredercesine sürekli okumayı günahlarının bağışlanması için çare olarak görürler.

Yâ habîba'llâh yâ hayre'l-beşer müştâkınam
Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâre su


Ey Allah’ın sevgilisi, ey insanların en hayırlısı! Nasıl ki sevgilinin dudağını arzulayıp bu arzuyla yananlar (ya da dudakları susuzluktan yananlar) sürekli bir şekilde su içmek isterse, ben de tutkuyla seni, senin dostluğunu istiyorum.

Sensin ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i mi'râc'da
Şeb-nem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâre su


Sen uçsuz bucaksız bir keramet denizisin. Öyle ki miraç gecesinde, akarsuya benzeyen bereketinden saçılan çiy taneleri, ister yerinde sabit olsun, isterse gezgin olsun, bütün yıldızlara suyu ulaştırmıştır.

Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner
Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mi'mâre su


Mübarek kabrini, yattığın mübarek yeri yenilemek isteyen mimara su gerektiğinde, güneşin çeşmesinden hiç durmaksızın akarsu gibi bereketli, berrak, tatlı, hafif, soğuk su iner.

Bîm-i dûzah nâr-ı gâm salmış dil-i sûzânıma
Var ümîdim ebr-i ihsânun sepe ol nâre su


Cehennem korkusu, cehennemin tehlikeleri, yakıcı ateşlerle dolu gönlüme yeni gam ateşleri gönderir. Fakat senin bağışlayıcı, cömert, karşılıksız iyilik yapan bulutlarının o ateşe su serpeceğine ilişkin ümüdim devam ediyor.

Yümn-i na'tünden güher olmış fuzûlî sözleri
Ebr-i nîsândan dönen tek lü'lü-i şeh-vâre su


Nisan bulutundan dökülen yağmur damlasının en iri, en kıymetli inciye dönüşmesi gibi, bu na’tın Peygamber Efendimiz için yazılmış olması bereketiyle de Fuzuli’nin sözleri, birer mücevhere dönüşmüştür.

Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr
Eşk-i hasretden dökende dîde-i bîdâre su


Kıyametten sonra bütün insanların ve hayvanların yeniden diriltilip toplandığı mahşer gününde gaflet (vurdumduymazlık, ahiretten endişe duymama) uykusundan uyandığımda, seni görebilme tutkusuyla dolu gözlerimden hasret gözyaşları döküldüğünde;

Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam
Çeşme-i vaslun vire men teşne-i dîdâre su

Umduğum, mahşer gününde senden, senin dostluğundan, senin şefaatinden yoksun bırakılmamamdır. Umuyurum ki o sıcak, o yakıcı, o gölgenin bulunmadığı günde, vuslat pınarın (gözlerinin bakışı) , senin bakışlarının dokunması arzusuyla yanan yüzüme su verir.

Aşk'a Âşık Bir Şair..



Aşiyan-i mürg-i dil zülf-i perişanındadır
Kanda olsam ey peri gönlüm senin yanındadır

Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib
Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır

Çekme damen naz edip üftadelerden vehm kıl
Göklere açılmasın eller ki damanındadır

Bes ki hicranındadır hasiyyet-i kat'-i hayat
Ol hayat ehline hayranem ki hicranındadır

Ey Fuzuli şem'-veş mutlak açılmaz yanmadan
Tablar kim sünbül rişte-i canındadır

Fuzuli


Hâsılım yoh ser-i kûyunda belâdan gayrı

Garazım yoh reh-i aşkında fenâdan gayrı

Ney-i bezm-i gamem ey âh ne bulsan yele ver

Oda yanmış kuru cismimde hevâdan gayrı

Yetti bîkesliğim ol gaayete kim çevremde

Kimse yoh çevrile girdâb-ı belâdan gayrı

Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge

Ne açar kimse kapım bâd-i sabâdan gayrı

Bezm-i aşk içre Fuzûlî nice âh eylemeyen

Günümüz Türkçe'si

1-Senin sokağının başında beladan başka
elde ettiğim (bir şey) yok -aşkının yolunda
yok olmaktan (ölmekten) başka da bir amacım
yok.

2-Ey ah! Gam (hüzün) meclisinin ney'iyim,
ateşe yanmış kuru vücudumda arzudan başka
ne bulursan yele ver (savur) dağıt.

3-Kimsesizliğim o dereceye vardı ki,
çevremde -bela girdabından başka dönen
kimse yok.

4-Bana, ne gönül ateşinden başka kimse
yanar,-ne de tan yelinden başka kimse
kapımı açar.

5-Fuzûlî! Aşk meclisinde nasıl ah
etmeyeyim? -bende sesten başka ne kâr
bulunur.

18 Mayıs 2010 Salı

Sevgili ..!


Sevgili!..

Kapına geldik;aşkı öğret
bize;ve aşkını ver yüreklerimize.
Bir
nihânîce gamzene gamzede âşıkların adına... Hani uykuya dalınca kenti,
ve yalnız başına kalınca kendi... Hani yalnız gecelerde konuşmadan
kalınca dilleri, ve hâl üzre gönüller anlar olunca bütün dilleri...
Vicdan sesinden bîzâr kürek mahkumları...nca, hani âşıkların hasreti
özlemle karınca... Hani gurbetin ucunda gönlüme gömen de seni, hani seni
gurbet gurbet gönlüme gömende... Güneş ve ay nurunu aşkından alırken;
güneşin ışığı aya vurur gibi âşığı aydınlatırken... Gel ey Sevgili bir
huzmecik bahş eyle âsî ve aciz üftadene, ve umut ver peykin olmaya teşne
kem zerrene. Aşkları unutan bendene aşkını unutturma!..

Her şey sen olsun şu dünyada ve olmasın sen olmayan
dünya da...

Beni Candan Usandırdı..

Beni candan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhımdan murâdım şem'i yanmaz mı

Kamu bîmârına cânân deva-yı derd eder ihsan
Niçün kılmaz bana derman beni bîmar sanmaz mı

Şeb-i hicran yanar cânım döker kan çeşm-i giryânım
Uyarır halkı efgânım kara bahtım uyanmaz mı

Gûl-i ruhsârına karşu gözümden kanlu akar su
Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı

Gâmım pinhan tutardım ben dedîler yâre kıl rûşen
Desem ol bî-vefâ bilmem inanır mı inanmaz mı

Değildim ben sana mâil sen ettin aklımı zâil
Beni tan eyleyen gafîl seni görgeç utanmaz mı

Fuzûlî rind-i şeydâdır hemîşe halka rüsvâdır
Sorun kim bu ne sevdâdır bu sevdâdan usanmaz mı
(Fûzulî)

İyi ki gelip geçmişsin bu şahadet yurdundan Ne hoş sada bıraktın Hakk divanından Aydınlanırız inşallah biz de sönmez nurundan..

Aşkın Aldı Bizden Bizi...

Aşkın aldı benden beni
Bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü
Bana seni gerek seni

Ne varlığa sevinirim
Ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum
Bana seni gerek seni

Aşkın aşıklar oldurur
Aşk denizine daldırır
Tecelli ile doldurur
Bana seni gerek seni

Aşkın şarabından içem
Mecnun olup dağa düşem
Sensin dünü gün endişem
Bana seni gerek seni

Sufilere sohbet gerek
Ahilere ahret gerek
Mecnunlara Leyla gerek
Bana seni gerek seni

Eğer beni öldüreler
Külüm göğe savuralar
Toprağım anda çağıra
Bana seni gerek seni

Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene Ver anları
Bana seni gerek seni

Yunus'dürür benim adım
Gün geçtikçe artar odum
İki cihanda maksudum
Bana seni gerek seni



Hz.Mevlana'dan...


*Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol

*Şevkat ve merhamette güneş gibi ol

*Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol

*Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol

*Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol

* Hoşgörürlükte deniz gibi ol

* Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Bir Kaç Katre..


Cân verme gam-ı aşka ki aşk âfet-i cândır
Aşk âfet-i cân olduğu meşhûr cihândır
(Fuzûlî)

Dergâh-ı Hakk’da derd ile âşık niyâzda
Bâtıl tasavvur etmede sûfi namazda
(Bakî)

Aşk derdidir cihanda âşıka maksûd olan
Vasl-ı dilberdir hemîn bu dâr-ı dünyâdan murâd
(Avnî)

Eylesem ağlayarak âh ile eflâk yanar
Su yanar, nâr yanar, bâd yanar, hâk yanar (1)

Osman Nevres Efendi

(1)(Eğer ayrılık acısıyla ağlarken bir âh etsem; gönlümdeki ateşten çıkan o âhın dumanı içindeki kıvılcımlardan tutuşup ateş olur, sonra da o ateşten su yanar, hava yanar, toprak yanar.)

Cana Cefa



Cana cefa kıl ya vefa,
Kahrında hoş lütfunda hoş
Ya derd gönder yahut deva,
Kahrın da hoş lütfunda hoş.

Hoştur bana senden gelen,
Ya hil’at-ü yahut kefen,
Ya taze gül yahut diken,
Kahrın da hoş lütfun da hoş.

Gelse celalinden cefa,
Yahut cemalinden vefa,
İkisi de cana safa,
Kahrın da hoş lütfun da hoş.

Ey padişah-ı lem yezel,
Zat-ı ebed, hayy-ı ezel,
Ey lütfu bol, kahrı güzel,
Kahrın da hoş lütfun da hoş.

Ağlatırsan zari zari,
Verirsen cennette huri,
Layık görür isen nar’ı
Kahrın da hoş lütfun da hoş.

Gerek ağlat gerek güldür
Gerek dirilt, gerek öldür,
Aşık YUNUS sana kuldur,
Kahrın da hoş lütfun da hoş.

16 Mayıs 2010 Pazar

Bir Demet Muhabbet..


İşin özü ve özeti şu: Ecel geldiğinde


terk edecek ne kadar az şey var ise “lebbeyk!”

diyerek ölüme o derece çok kucak açılabilir. O halde varlığınız

çoğaldığı oranda onu hayır yolunda azaltınız ki yolculuklarınız kolay

olsun!.. Çokluğun derdi elbet çok olur; yokluk kapısında nefis de yok

olur.

Yunus ne güzel söylemiş: ...

Bunca varlık var iken

gitmez gönül darlığı.

İskender Pala (Varlık-Yokluk isimli yazısından..)

Divan Edebiyatı Nazım Biçimleri


DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ




1. GAZEL: Özellikle aşk, güzellik ve içki konusunda yazılmış belirli biçimdeki şiirlere denir. Beyit sayısı genellikle 5-9 arasında değişir. Gazelin ilk beyti mutlaka kendi arasında uyaklı olur.Bu ilk beyte “matla”, son beyte ise “makta” adı verilir. Bir gazelin en güzel beytine “beyt-ül gazel”, şairin mahlasının bulunduğu beyte de “mahlas beyti” denir. Beyitleri arasında anlam birliği bulunan gazele “yek-âhenk”, aynı güç ve güzellikte beyitlerden oluşan gazele de “yek-âvâz” gazel adı verilir.



2. KASİDE: Din ve devlet büyüklerini övmek amacıyla belirli kurallar içinde yazılan uzun şiirlerdir. En az 33, en çok 99 beyitten oluşur. Kasidenin en güzel beytine “beyt-ül kaside”, şairin mahlasının bulunduğu beyte de “taç-beyt” adı verilir.



3. MESNEVİ: Her beyti kendi içinde uyaklı uzun nazım biçimidir.Bir anlamda Divan edebiyatında manzum hikayelerin yazıldığı bir biçim olarak da tanımlayabiliriz.



Mevlânâ’nın ünlü tasavvufi mesnevisi 25.700 beyitten oluşmuştur.



Mesneviler aşk, dini ve tasavvufi, ahlaki-öğretici, savaş ve kahramanlık, bir şehri ve şehrin güzelliklerini anlatma, mizah gibi türlü konularda yazılmıştır. Divan edebiyatında roman ve hikaye gibi türler olmadığı için mesneviler bir bakıma bu türlerin yerini tutmuşlardır. On bölümden oluşur.Aynı şair tarafından yazılmış beş mesneviye “Hamse” adı verilir. Hamse sahibi olarak tanınmış önemli divan şairleri: Ali Şir Nevâi, Taşlıcalı Yahya, Nev’i-zâde Atâi’dir.



4. KITA: Yalnız ikinci ve dördüncü dizeleri birbiriyle uyaklı iki beyitlik nazım biçimidir. Beyitler arasında anlam birliği bulunur. Pek çok konuda yazılabilir.



5. MÜSTEZAT: Gazelin özel bir biçimine denir. Uzun dizelere kısa bir dize eklenerek yazılır. Uzun ve kısa dizeler gazel gibi kendi aralarında uyaklanırlar. Kısa dizelere “ziyade” adı verilir.

14 Mayıs 2010 Cuma

Divan Şiir'inde Tasavvuftan izler...

Canıma bir merhaba sundu ezelden çeşm-i yâr  

Öyle mest oldum ki gayrin merhabasını bilmedim (Ahmet Paşa)


Divan Edebiyatında en çok kullanılan ifadelerden biri de beyitte de geçen ezel kelimesidir. Öncelikle beyiti şerh etmeye çalışalım. İlk mısrada şair yârinin ezelde kendisine merhaba dediğini , sunduğunu dile getirmektedir. Ezel, bezm-i elest, elest meclisi gibi ifadelerle Divan Edebiyatın kullanılan bu terimler Allah (C.C)'nun tüm ruhları toplayıp Elest-ü bi rabbiküm yani Ben sizin Rabbiniz değil miyim ve ruhların da Kalû Belâ dediği zamana işaret etmektedir.Arapçada Belâ olumsuz sorulara olumlu verilen bi yanıttır.( Yani kesin bir şey olduğu halde sorulan soru nitekim bir babanın çocuğuna ben baban değil miyim demesi gibi.) İşte şair de ezelde Allah'ın aşkıyla mest olduktan sonra başka kimsenin ne bir merhabasını alabilmiş ( Merhaba burada bir çok anlama gelmektedir. ) O aşk ile yanıp tutuşmuştur. İlahî aşkı en güzel anlatan beyitlerden biri olduğunu anlamak pek de güç olmasa gerek. Anlatılmayan sadece yaşanan bir duygudur zaten aşk . Kendimizce şerh etmeye çalıştığımız bu derin beyit için eksiklerimiz olduğu muhakkaktır. Vesselam...

7 Mayıs 2010 Cuma

Neden Divan Şiiri .. ?

Hayatın olmazlarında ''Olurları'' vücuda getirip ''Olmazların'' içinde büyüten , bünyeyi rahata kavuşturup  bir an olsun ötelere ''Sevgili'ye'' yolculuğa çıkaran sevgili ile vuslatı en güzel şekilde dile getiren kaç şiir anlayışı var ki yeryüzünde ..!

 İşte bi benzeri olmadığı için ' Divan Şiiri '
HER ARAYAN VARAMAZ BU SIRRA...
Tasavvuf...
   Tasavvuf , kalbi saf yapmak kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmak demektir. Tasavvuf hâl işi olduğu için , yaşayan bilir , tarif ile anlaşılmaz.
  Tasavvuf, kalp ile yapılması ve sakınılması gereken şeyleri ve kalbin,ruhun temizlenmesi yollarını öğretir.Buna Âhlak ilmi de denir.